17 Haziran 2014 Salı

Zinadan Korunmanın Yolları ve Ahiretteki Mükafatları

Buraya kadar zinanın neden olduğu zararlardan bahsettik. Peki bu zararlardan korunmak için neler yapmalıyız? Zinadan korunmanın ahiretteki getirileri nelerdir?
Zinadan korunabilmenin en kestirme yolunu Allah-u Teala “Zinaya yaklaşmayın!” buyurarak bizlere göstermektedir. Dikkat edin! Zina yapmayın demiyor. Zinaya yaklaşmayın yani sizi zinaya götürecek yolları tıkayın buyuruyor. Dolayısıyla bir kişinin kendisini zinadan koruyabilmesi için ilk önce o yola götürecek nedenleri terk etmesi gerekmektedir. Peygamberimiz(SAV) bir hadisi şeriflerinde; “Evlenen dininin yarısını korumuştur”[21]buyurarak zinadan korunmanın yegane yolunu söylemiştir. Eğer o kimsenin evlenecek gücü yoksa oruç tutmasını Peygamberimiz(SAV) tavsiye etmiştir. Zinadan korunmak için şu hususlara dikkat etmek gerekir:
a-Göz
Peygamberimiz(SAV) bir hadis-i şeriflerinde haram olan kadına bir kere bakmanın kişinin kendisine ait olduğunu ve ikinci kez dönüp bakmanın ise günah olduğunu buyurmuştur.[22]Bu hadisten de anlaşılacağı üzere zinaya teşvik ilk önce gözlerden başlamaktadır. Çünkü göz, gördüğü şeyleri beyne iletir ve beyin bu noktada insanlara  zinaya teşvik hususunda telkinlerde bulunmaya başlar. Çünkü nefis daima kötülüğü emretmektedir. Kişi gözüne hakim olduğu müddetçe zinaya götüren yollardan uzak olur. Bir Hadis-i Şerifte : “Azab-ı İlahiden korkarak, başını yabancı kadından çevirene, Allah-u Teala ibadetin tadını duyurur”[23] buyrularak gözümüze hakim olmamız istenmiştir. Rivayet edilir ki büyük imamlardan birisinin ezberi çok güçlü idi. Hatta o kadar güçlüydü ki bir kitabı okurken tek sefer okumayla ezberine alabilirdi. Bir gün bir sayfa okurken ezberine ancak üçüncü okuyuşta kaydedebilmiş ve nedenini sorgulamaya başlamıştı. Sonunda o gün içerisinde yolda yürürken gözünün bir kadının topuklarına iliştiği aklına geldi. Hemen ardından tövbe ederek eski hafızasına yeniden kavuştu. Bu hadise gerçekte yaşanmış olsun yada olmasın bizim bildiğimiz bir husus var ki gözün harama bakması insanı son derece etkilemekte ve neredeyse bütün zinaya götüren etkenleri göz oluşturmaktadır. Gözün değmesi neticesinde kişinin o görüntüyü beyne kaydetmesi ve beynin sürekli o görüntüyle meşgul olması söz konusudur. Dolayısıyla zinaya götüren en önemli hususlardan birisi hatta ilki göz organıdır. Burada şu noktaya da değinmekte fayda görüyorum. Halk arasında güzele bakmak sevaptır gibi saçma sapan bir tabir vardır. Kişi en azından empati yoluyla bu tabirin ne kadar yanlış olduğunu kavrayabilir. Kişi; annesini, kız kardeşini, karısını yahut kızını dışarıdaki gözlerden daima sakınır ve kıskanır. Eğer güzele bakmak sevaptır deyimini onaylıyorsak, bütün erkeklerin sevaba girmesi için çaba sarfetmek en mantıklı olan iştir. Fakat kimse bu durumu kabullenmez ve kabullenmediği gibi başkalarının annesi, kızı, kız kardeşi ya da karısı için utanmaz bir üslupla “güzele bakmak sevaptır” tabirini kullanma cüretini gösterir.
Gözün harama bakması hususunda ise kainatın Efendisi(SAV) şöyle buyurmuştur: “Kadına, şehvetle bakanın, gözlerine erimiş kurşun dökülüp, cehenneme atılır.”[24] Bir başka Hadiste ise: “Harama bakmayan gözler, Cehennem ateşi görmez”[25] buyrulmuştur.
b-Flört
Zinaya götüren başka bir etken ise şüphesiz ki günümüzde yaygın olan flört anlayışıdır. Hatta bu anlayış öyle uç boyutlara uzanmıştır ki flörtü olmayan kimseler çevresindeki arkadaşları tarafından alay konusu yapılmaktadır. Özellikle günümüzde flört yaşı ne yazık ki 10-12 yaşlarına kadar düşmüştür. Flört eden kimseler zinaya bütün kapıları açmış durumdadır. Zannedilmesin ki her flört yapan cinsi zinaya bulaşıyor diyoruz. Bizim söylemeye çalıştığımız, flörtün zinaya götüren bir araç olduğudur. Ayrıca Rasülullah(SAV) zinanın sadece cinsi münasebetle değil, başka uzuvlarla da gerçekleşebileceğini Buhari de geçen şu hadislerinde belirtmişlerdir: “Gözlerin zinası harama bakmak, kulakların zinası müstehcen söz dinlemek, dilin zinası fuhuş konuşmak, ellerin zinası namahremi tutmak, ayakların zinası günah olan yerlere gitmektir.” Dolayısıyla flört denilen durumda bu çeşit zinaların işlenmesine imkan verildiği gibi biraz daha ileri boyutlara yani cinsi münasebetten doğan zinaya kadar gidilmektedir. Zinadan kendisini korumak isteyen birisi özellikle bu flört meselesine dikkat etmelidir. Gene Rasülüllah(SAV) bir Hadis-i Şeriflerinde de: “Kişinin başına demir bir şişin saplanması, yabancı kadına dokunmasından daha hafif kalır”[26]buyurarak flörtün önünü tamamen tıkamıştır. Ayrıca Taberani’de geçen şu hadis-i Şerif ise ne kadar manidardır ve günümüz neslinin flört neticesinde içine düştüğü durumun ne kadar tehlikeli olduğunu bize özetlemektedir: “Kadınlarla bir arada yalnız kalmaktan sakının. Allah-u Teala’ya yemin ederim ki, bir kişi bir kadınla yalnız kalınca, aralarına şeytan girer. Bir kimsenin çamurlu bir domuzla sıkışmış durumda olması, o kimse için kendine helal olmayan bir kadına dokunmasından daha hafif kalır.”
Flört meselesine, ayet ve hadislerin dışında mantığımızla yaklaştığımız zaman dahi, flörtün ne kadar yanlış ve tehlikeli bir durum olduğunu kavramakta gecikmeyiz. Flört, evleneceğimiz kişiye yapılmış en büyük ihanettir. Hiçbir kimse evleneceği erkek veya bayanın daha önce başka bir kimseyle, masa başında oturup el ele tutuşmasını, birbirlerinin gözlerine bakarak sevgi sözcüklerini söylemesini istemez ve kabul edemez, hatta ve hatta bırakın böyle bir durumun yaşanmış olmasını, evleneceğimiz kişinin aklından dahi başka birisinin geçmesini arzu etmeyiz. Dolayısıyla evleneceğimiz kimsenin bu tür, Allah’ın hoşuna gitmeyen şeyleri yaşamış olmasını istemiyorsak öncelikle kendimiz flört denilen illetten sakınmalıyız. Çünkü Efendimiz(SAV) istisnalar olmakla birlikte kişinin dengi kimseyle evleneceğini haber vermiştir.
Burada yaşanmış şu olaya da dikkat edelim ve kendimize bu genci örnek edinelim. Osmanlı devleti zamanında bir savaşta esir düşen Osmanlı erleriyle ilgilenen kraliyet ailesinden bir bayan, bir Osmanlı gencine göz koyar. Genç çok yakışıklıdır ve kadının tekliflerine direnmektedir. Daha sonra kadının ısrarları ve mal-mülk teklifleri karşısında benim nişanlım(yamuklum) var diyerek, teklifi kabul etmeyi bırakın gözünü dahi değdirmeden teklifleri reddetmektedir. İşte Müslüman bir kişilik bu Osmanlı gencinin iman ve dirayetine sahip olmalıdır. Gözünü ve gönlünü haramlardan sakınmalıdır. Bir kimse henüz nişanlı değilse bile ileride sadece ve sadece helalinin gözüne gözünün değmesi, elinin de yalnızca helalinin eline değmesi için flörtten kaçınmalıdır. İşte zinaya götüren yollardan flörtün önüne geçecek olursak, zina tehlikesinden bir nebze kendimizi korumuş olur ve Allah’ın izniyle şeytanın kolunu kanadını kırmış oluruz.

Zinanın Uhrevi Zararları

Allah-u Teala insanoğlunu yeryüzüne imtihan amacıyla göndermiştir. Bu imtihanı kazanabilmenin yegane yolu ise Allah’a kulluk vazifemizi yerine getirmektir. Kulluk vazifesinin tam olarak yerine getirilmesi ise; O’nun haram kıldığı yollardan sakınıp, helal kılmış olduğu yollara yönelmekle olur ve Allah’ın rızası da bu noktada kazanılmış olunur. Eğer kul haram yollara yönelecek olursa ahirette hüsrana uğrayanlardan olur. İşte zina günahı da, kişinin ahiretinin helakına neden olan günahların başındadır.
İnsanoğlu cinsel ihtiyaçlarının giderilmesini arzu etmektedir ve zaten bu ihtiyacı insanoğluna veren de Allah’tır. Dolayısıyla insanların böyle bir ihtiyacının giderilmesini arzu etmektedir. Ve bu nedenle de kullarını evlenmeye sevk etmiştir. Hristiyanlarda olduğu gibi kişinin ahiretini kazanması için bu ihtiyaçtan uzak durması lazımdır gibi bir anlayış İslamiyette yoktur. Tam aksine bunun bir ihtiyaç olduğu bildirilmekte ve bu ihtiyacın giderilmesi istenmektedir. Fakat bu ihtiyacın gayrı meşru yollarla değil, meşru olan yollarla yani nikahlı olan kimseyle giderilmesi emredilmektedir. Arada nikah olmaksızın bir ihtiyaç giderme yoluna gidilecek olursa imtihan kaybedilmiş ve Allah’ın rızasından uzaklaşılmış olunur.
Hz. Abdullah (r.a.) bir gün Peygamber Efendimiz(SAV))’e “Allah katında en büyük günah nedir Ya Rasulallah?” diye soruyor. Efendimiz(SAV) de “Allah’a ortak koşmaktır. Daha sonra rızkına ortak olur korkusuyla çocuğunu öldürmendir. Daha sonra ise komşunun karısıyla zina etmendir.”[10] diye buyurmuşlardır. Allah Rasülü(SAV)’in zinayı en büyük günahlardan üçüncü sıraya koyması, zinanın ne kadar tehlikeli bir günah olduğunu bizlere göstermeye kafidir.
Gene başka bir hadislerinde Efendimiz (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Eğer zinanın uğratacağı azapla ilgili olarak benim bildiğimi sizler de bilseydiniz pek az güler, çok çok ağlardınız.”[11] Başka bir hadiste ise: “Rüyamda, heladaki necaset gibi pis kokan kimseler gördüm. Sonradan bunların zina edenler olduğunu öğrendim.”[12]
Bir başka hadiste ise Peygamberimiz(SAV) : “Ey insanlar! Zinadan sakının. Çünkü zinanın üçü dünyada ve üçü de ahirette görülecek altı sonucu vardır. Yüzün güzelliğini ve nurunu gidermesi, fakirliği doğurması ve ömrü kısaltması dünyada görülecek sonuçlarıdır. Ahiretteki sonuçları ise; Allah’ın öfkesine düçar olmak, ahiretteki sorgu sualinin çetin olması, (helal görülmesi halinde) daimi cehennem azabına uğratmasıdır.”[13]
Taberani’nin rivayet etmiş olduğu başka bir Hadiste ise: “Zina edenin yüzü Cehennemde ateşle yanar.” buyrulmaktadır. Diğer bir Hadiste ise: “Yedi kat gök ve yer, zina eden ihtiyarlara devamlı lanet eder”[14] buyrulmuş, yine başka bir Hadiste de: “Zina edenlerin avretlerinin kokusu, bütün Cehennem halkına eza verir”[15] buyrularak kişinin ahirette uğrayacağı hüsranlardan bahsedilmiştir.

ZİNA NEDİR

Zina, evlilik bağı olmaksızın ergen bir erkeğin ergen bir kadınla isteyerek yaptıkları cinsel birleşmeye denir. Zina yapan kimseye “zani” denilir. Zina dinimizin yasakladığı en büyük günahlardan birisidir.
Allah-u Teala İsra suresi 32. ayet-i kerimede “Zinaya yaklaşmayınız! Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur” buyurarak zinayı haram kılmış ve müminlerin bu günahtan uzak durmalarını emretmiştir.  Zinaya bulaşmak nasıl haramsa ve kişinin ahiretinin helakına sebep oluyorsa, zinadan uzak durmakta bir o kadar sevaptır ve kişinin ahirette kurtuluşuna vesile olmaktadır. Yine bir diğer Ayet-i Kerimede: “Fuhşun açığına da, gizlisine de yaklaşmayın!”[1] diye emredilmiştir. Gene başka bir ayette de şöyle emredilmektedir: “Müminlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar!”[2]
2-Zinanın Çeşitleri Nelerdir?
Zina, en büyük günah olmasına karşılık yine de kendi içinde manevi ağırlığına göre beş kısma ayrılır:
a-Mahremlerle Yapılan Zina:
Kendisiyle ebediyen evlenemeyecek olan ana, kız kardeş, kayınvalide ve süt anne veya süt teyze gibi mahremlerle yapılan zina, sorumluluğu en ağır olanı yani günahın en büyüğüdür. Hz. Muhammed(SAV) bir hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır:
“Mahremiyle zina eden kişi cennete giremez.”[3]
b-Savaşa Çıkan Mücahitlerin Kadınlarıyla Yapılan Zina:
Bu zina türü de ikinci derecede ağırlığa sahiptir: Hz. Muhammed (SAV) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Aman savaşan müminlerin eşlerinden uzak durun. Zira savaşan müminlerin eşleri, savaşa çıkmayıp geride kalmış bulunan mümin erkeklere anneleri gibi (Haram) dır.”[4]
c-Komşu İle Yapılan Zina:
Üçüncü derecelikli ağırlığı bulunan zina türü de komşularıyla yapılan zinadır. Hz. Mikdad İbn-ü Esved (r.a.) anlatıyor. Allah’ ın Resulü(SAV)’nün sahabeleri söylüyor: “Zina, Allah ‘ın ve peygamberinin haram kıldığı ve kıyamet gününe kadar da haram olarak kalacak olan bir günah fiilidir. Kişinin komşusunun (veya ortağının) hanımı ile zina etmesi, onun için on kadınla zina etmesinden daha büyük bir günahtır.”[5]
d-Evlilerin ve Yaşlıların Yaptıkları Zina:
Dördüncü derecelikli ağırlığı bulunan zina çeşitidir. Hz. Muhammed (SAV) bir hadislerinde; “Üç sınıf insan vardır ki Allah kıyamet günün de onları zatına muhatap tutup konuşmaz. Onlara rahmet nazarıyla bakmaz. Onları günahlarından arındırmaz. Onlar için elem verici bir azap da vardır. Bunlar: kibirli fakirler, sık sık yalan söyleyen idareciler, evli – yaşlı zinacılardır.”[6]
e-Bekarların Yaptığı Zina:
Bekarların bekarlarla yaptığı zina türüdür. Allah-u Teala : “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız bunları Allah’ın dinini uygulama hususunda acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir topluluk da, onların cezasına şahit olsun”[7] diye emrederek, bu zina türünün de Allah katında ne kadar ağır bir suç olduğu vurgulanmıştır. Bir hadis-i şerifte ise Allah’ın Rasülü(SAV): “Allah indinde zinadan büyük günah yoktur”[8] buyurmuş, bir başka Hadiste de “Zinaya devam eden, putperest gibidir”[9] buyurarak, insanların bu aşağılık suçtan kendilerini korumalarını istemiştir. Çünkü Allah-u Teala Furkan suresi 68. ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Onlar Allah ile birlikte başka ilaha dua etmezler. Haksız yere, Allah’ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve o azabın içinde alçaltılmış şekilde ebedi bırakılırlar.” Ayet-i kerimeye dikkat edin! Allah-u Teala zina eden kimseleri, kendisine şirk koşan ve suçsuz yere insanları katleden zalim kimselerle bir zikretmiştir. Allah, müminlerin bu sıfatlara sahip olamayacağını belirtmiş ve bu sıfatlara sahip olanları, ahirette ağır bir azabın beklediğini bildirmiştir.

15 Haziran 2014 Pazar

Orucun Önemi

Oruçlunun uykusu ibâdet, susması teşbih sayılır. Ameli kat kat, duâsı makbul olur.
Evet, oruç, ibâdet kasdı ile yemek-içmekten, cinsi münâsebetten kendini tutmaktır.
Oruç’un hikmeti odur ki, tutan kimsenin hayvanı arzularını terkedip insânî arzularının kuvvetlendirilmesidir. Nefse hâkimiyet sağlayıp Allâh yolunda tevessül edilmesidir. Allâh rızasını kazanmak tarafı alınır. Şehevi duygular terkedilir ve bu suretle dünya ve âhiret saâdeti için gerekli ahlâkî faziletler elde edilir.
Hikmet-i teşrii dini mevzuun güzelliklerini ve maslâhatlarını bildirdiğine, meselelerin emir ve nehiylerin sırlarını ve teklifin kıymetini açıkladığına ve nihâyet dünya ve âhiret saâdetini, mükâfat ve mücâzaatının mertebelerini verdiğine göre, orucun fezâili ve füyûzâtı çok alâka çekici ve husûsi mâhiyette önemlidir.
Teşriin bizzat esâsı, hikmet ve maslâhat, kulların hidâyet ve saadetini sağlamak içindir :
Esasen oruçun ruhu ve özü Allâh’ın emrini yerine getirmek ve rızâsını tahsil maksadiyle bedenî lezzetlerden ve kötülükten nefsini çekerek halka ezâdan imsâkdır.
Dünya lezzetlerinin en büyüklerinden olan yiyip içmekten, şehevi arzulardan, Allâh’ın rızası için ferâgat, tam manasıyla dindarlık ve Allâh’a bağlılıktır. Bu bir nev’î mücâdele muâhededir ki, insan bununla kemâle erer.
Hikmetlerin vâzı, gayelerin kemâlini cehdin ve gayretin kuvvet ve kemâline bağlamış, noksanını tevessüldeki kusurlara tâbi kılmıştır. Yorulmaksızın kazanç, çalışmaksızın ilim, cehd etmeksizin fazîlet elde edilemez.
Bu dünya âhiret yolu üzerinde bir köprüdür. Aynı zamanda âhiretin bir tarlasıdır. Ne ekersen orada o çıkar karşına. Sakın ekmeden biçileceğim zannedip gafil olma. Çünkü insan başı boş bırakılmış, akıl sâhibi olmuş, hayır ve şerre müsteit bir varlık olarak yaratılmış ve birçok ahkâm ile mükellef kılınmıştır. Bu sebeple kulların imtihanı, ibtilâsı ve saadeti irâdî fiillerine maaş ve maadına ait menfaatları ve maslahatları idrak müfekkirlerine verilmiştir. Kişinin mesûliyetinin esası da bu hikmete bağlıdır. Bu sebepledir ki müslümanlık maslâhatı emretmiş ve mefsedeti nehyetmiştir. Çünkü bütün menâfi’i insanlara aittir. Binâenaleyh ruhu tavsiye etmek bir hayır, kendini hesaba çekmek fazilet ve fakirlerle hemhâl olmak bir kemâldir. Dünya ve âhiret bahtiyarlığı ise Allâh’a kulluk vazifesini severek ifadır.










ORUCLA  İLGİLİ HADİSLER
1) Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri,orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (halüf), Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.
2) Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa "ben oruçluyum!'' desin (ve ona bulaşmasın).
3) Kim Allah Teala yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar
4) Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez
5) Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun seyabından hiçbir eksilme olmaz
6) Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.
7) Hilâli görünceye kadar oruç tutmayın, yine (müteakip) hilâli görünceye kadar da yemeyin. Bulut araya girerse ayı takdir edin
8) Ramazan ayını, hilâli görmedikçe veya sayıyı ikmal etmedikçe öne alıp başlatmayın. (Hilali görüp veya sayıyı tamamladıktan) sonra müteakip hilâli görünceye veya sayıyı tamalayıncaya kadar orucu tutun
9) (Muteber) oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündekidir. (Muteber) iftar, hep beraber) ettiğiniz gündekidir. (Muteber) kurban (hep beraber) kurban kestiğiniz gündekidir.
10) İki bayram ayı eksilmezler: Bunlar Ramazan ve Zü'l-Hicce aylarıdır
11) Kim orucu fecirden önce niyetle (kesin kılmazsa) onun orucu yoktur
12) Kim kendiliğinden kusacak olursa, üzerine kaza gerekmez. Kim de isteyerek kusarsa orucunu kaza etsin
13) Üç şey vardır orucu bozmaz: Hacamat olmak (kan aldırmak), kusmak, ihtilam olmak
14) Hacamat ettiren de, hacamat eden de orucunu açmıştır
15) Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir
16) Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket var
17) Bizim orucumuzla Ehl-i Kitab'ın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir
18) Biriniz ezanı işitince (yiyip-içtiği) kap elinde ise, ihtiyacını görünceye kadar onu bırakmasın.'
19) Gece şu taraftan (doğudan) gelince, gündüz de şu taraftan (batıdan) gidince, güneş de batınca oruçlu orucunu açmıştır
20) Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur
21) Biriniz yemeğe davet: edilince, oruçlu ise: "Ben oruçluyum" desin
22) Kim bir kavme misafir olursa, onlar müsaade etmedikçe (nafile) oruç tutmasın.
23) Oruçlunun yanında oruçsuzlar yemek yiyecek olursa, melekler oruçluya rahmet okurlar
24) Kim, üzerinde Ramazan ayının orucu olduğu halde ölecek olursa, (ölünün velisi) her bir gün yerine, bir fakire yiyecek versin
25) Şurası muhakkak ki, oruçlunun iftarını açtığı zaman reddedilmeyen makbul bir duası vardır.







Namazın önemi

İnsan olarak yaratılmak bizim elimizde değil. Biz nasıl bir varlık olacağımıza karar vermedik. Farklı birer varlık olarak yaratılabilirdik. Ama karar veren Allah’ımız (c.c.) bizi insan olarak yarattı. Bize şereflerin en büyüğünü verdi. Sadece İnsan olarak yaratmakla kalmadı bize alemi sundu. Yaşanılacak bir yaşam nasip etti. Bu sebeple bu kadar güzellikleri bahşeden Rabbe karşı kulun teşekkür etmesi gerekir. Bu teşekkürün ifa edilmesinin yollarından biride ibadettir.
İbadet kişiye güzel bir hayat yaşama imkanı tanır. Hayat düzenini oluşturur. Yapılanlardan zevk alınmasına sebep olur. Kulu Allah’a yaklaştırır. Kötülüklerden uzaklaştır. Hayata farklı bir anlam katar. Bakış açımızı değiştir. İstenilen şekilde yapılan ibadetler Razı olunan bir hayatın işaretidir. Dünyadaki faydasından ziyade ahirette karşılaşılacak nimetler çok daha büyüktür.
İbadetler içerisinde bir ibadet var ki Kur’an-ı Kerim’de bulunan ayetler ile Sevgili Peygamberimizin hadislerini inceldiğimizde ön plana çıkmaktadır. Bu ibadet dinin direği, göz nuru, kalp aydınlığı, dünya ve ahiret güzelliği, sıkıntılara çözüm, kapalı kapıların anahtarı, gönül serinliği, kulu Rabbine yaklaştıran Namazdır. Namaz kulun miracıdır. Peygamber Efendimize miraçta emredilen beş vakit namaz ile her bir kul kendi miracını gerçekleştirmektedir. 
Vaazımızın bu kısmında Namaz ile ilgili Sevgili Peygamberimizden bizlere aktarılan hadisler ışığında namazın bizler için ne kadar önemli bir ibadet olduğunu vurgulamaya çalışacağız.
Namaz İslam’ın beş temel şartından biridir. Kelimeyi Şehadetten sonra ilk emredilen ibadet namazdır. 

14 Haziran 2014 Cumartesi

İSLAMİYETİ SAVAŞLARI

1BEDİR SAVAŞI
Müslümanlar ve Kureyşli müşrikler arasında 13 Mart 624 tarihinde yapılmış olan ilk savaştır. Bu savaş Müslümanlar ve Kureyşliler arasında olmasına rağmen, İslamiyet açısından oldukça önemlidir. Müslümanların buradan zaferle ayrılması, İslamiyet'in yayılmasında önemli bir etkendir. Bedir savaşçıları Ashab-ı Bedir ya da Bedriyun olarak bilinen kişiler, Hz Muhammed'in sahabeleri içinde oldukça kıymetlidir. Bu zafer İslam camiası açısından temellerin sağlam olmasına yardımcı olmuştur. Hz Muhammed savaş öncesinde secdeye kapanarak, "Ey Allah'ım şu küçük ordu eriyip giderse, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacaktır." demiştir. Bu savaşın Kadir gecesiyle aynı geceye denk geldiği söylenmektedir. 















Bedir Medine'nin 120 km güneybatısında kalan, Kızıldeniz'e 20 km mesafede bir kasabaydı. Mekke ve Medine arasından geçen kervanlar buradan Suriye'ye kadar gitmekteydi. Buradaki halkta kervanlara verdikleri hizmetlerle geçiniyordu. Malları yağma edilen Müslümanlar, buna karşılık kervanlara saldırı düzenleyerek geçimlerini sağlıyorlardı. İçinde oldukça fazla ticari mal bulunan Ebu Süfyan yönetimindeki bir kervana yapılacak saldırıyı haber alan Kureyşliler savaş hazırlıklarına başladı. Ebu Süfyan ise kervanın yolunu değiştirdi. Müslümanlar Bedir yakınlarında Hz Muhammed komutasında 305 kişiyle kervanı beklerken, Kureyşliler de 950 kişilik bir ordu hazırlayarak, Ebu Süfyan'ın tehlikenin bitti demesine rağmen, Bedir'e doğru yola çıktı. Ordular karşılıklı geldiklerinde, Arap savaşlarının geleneği olan "Er dileme" için aralarında üçer kişi seçtiler. Yaptıkları üç karşılaşmayı da Müslümanlar kazandıktan sonra, savaş başladı. Kureyşliler komutanları olan Ebu Cehil öldürüldükten sonra dağıldılar. Hz Ali bu savaşta önemli bir rol oynamıştır. Hz Muhammed'in bayraktarlığını yapıp, müşriklere ağır kayıplar verdirmiştir. Geride 70 ölü ve bir o kadar esir bıraktılar. Müslümanların kaybı ise 14 kişiydi. Savaşı Müslümanlar kazanmıştı. Hz Muhammed esirlere iyi muamele edilmesini, ihtiyaçlarının görülmesini istedi. Esirlerden sadece iki kişi idam edilmiştir. Bunlar Müslümanlara eziyet yapmış olanlardı. Savaşta öldürülenler arasında Ebu Süfyan'ın kayınpederi, oğlu ve kayınbiraderi de bulunuyordu. Ebu Süfyan ve karısı bunun intikamını almak için yemin etmiştir. Müslümanlar esirlerin karşılığında Mekkelilerden yüklüce miktarda para aldı. Savaş alanında elde edilen ganimetlerle birlikte alınan paralarda Müslümanlar arasında eşit olarak paylaşıldı.
2UHUD SAVŞI
625 yılında Uhud dağı eteklerinde yapılmıştır. Savaş Medine'de bulunan Müslümanlarla, Mekke'deki Ebu Süfyan'ın ordusu arasında geçmiştir. Bedir savaşında yaşananların öcünü almak isteyen Kureyşliler itibarlarını yeniden elde etmek için hazırlık yapmaya başladılar. Bedir savaşında oğlunu kaybeden Ebu Süfyan, babası, kardeşi, oğlu ve amcası öldürülen Ebu Süfyan'ın eşi ve babasını kaybeden İkrime bu savaşın başını çekmekteydi.  

 Kureyşliler karargahını Uhud dağının Medine'ye bakan tarafına kurdular. 700 kişilik Müslüman ordusu Uhud dağına ulaştı ve düşmana karşı hazırlıklara başlandı. Düşmanlar Müslümanları yenerek, şehri yağmalama planları yapıyordu. Bu yüzden Uhud dağının Medine'ye yakın tarafı savaş alan seçildi. Hz. Muhammed orduyu belli bir düzene göre yerleştirdi. Dağın sol tarafına elli kişilik bir okçu grubunu yerleştirip, düşman yense de, yenilse de yerlerinden ayrılmamalarını söyledi. 27 Mart 625 yılında vuruşmalar başladı. Savaşın ilk safhasını alınan tedbirler sebebiyle Müslümanlar kazandı. Savaş Müslümanların lehine devam ederken Mekkelilerin kaçışını gören okçular yerlerini terk ettiğinden, süvarilerin komutanı Halid Bin Velid bu tepeden geçerek, Müslümanları arkadan kuşattı. İki ateş arasında kalan Müslümanlarda 70 tane şehit verildi. Bu şehitlerin arasında Vahşi'nin öldürdüğü Hz. Hamza'da bulunuyordu. Bundan sonra Müslümanlar Uhud dağına doğru çekilmeye başladı. Bu savaştan sonra tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'in fikirlerine karşı çıkmadı. Çünkü okçular yerinden ayrılmasaydı bu savaşı da kazanacaklardı. 
3HENDEK SAVAŞI
Müslümanlarla Mekkeli müşriklerin yapmış olduğu son savaştır. Bu savaş hicretin beşinci yılında, 627 senesinde yapılmıştır. Müslümanların hendek kazarak yaptıkları savaş stratejisi, savaşın bu isimle anılmasına sebep olmuştur. Yahudi ve müşriklerin birleşimiyle kurulan bir orduyla yapılan bu savaşa Anzab Savaşı da denmektedir. Müşriklerin sayıca daha üstün olduğu savaşta, Müslümanlar galip gelmiştir. Müslümanlar için savunma savaşı olarak tarihe geçmiş bir savaştır.
Müşrikler Gatafan, Tihame, Kinane, Beni Esd, Ehabiş, ve Necd kabilelerinden aldıkları paralı askerleri ve kendi birliklerindeki askerleri bu savaş için hazırlamaya başladılar. Müşriklerin kabilelerle birleşerek hazırladığı orduya, Müslümanların sayıca karşı koyması imkansızdı. Bu sebepten dolayı, Müslümanlarda harekete geçerek, kendilerine faydalı olabilecek savaş stratejilerini belirlediler. Selma-ı Farisi'nin önerisiyle Medine şehrinin önemli yerlerine hendekler kazdılar. Bunun amacı savunmayı kolaylaştırmaktı. Uzun bir çalışmadan sonra hendekler hazırlanmış, içinden çıkan topraklardan siperler yapılmıştır. Hendeklerin derinlikleri, bir insanın buradan çıkamayacağı kadar olacak şekilde ayarlanmıştı. Hendeklerin hazır olması bir aylık bir süreyi bulmuştur. Peygamberimiz bu hazırlıkları orada kurulan çadırdan takip etmiştir. Daha sonra buraya yapılmış olan Zubab Cami, bunun anısına yaptırılmıştır. Kadın ve çocukları korumak için şehirde bulunan kulelere yerleştirdiler. Karargahlarını Sal dağında kuran Müslümanlar, hendekleri korumak için gruplar oluşturdular. Bunun amacı müşriklerin hendekleri aşmamasını sağlamaktı. Karşılıklı olarak yapılan ok atışları sonrasında, kuşatmanın etkisiz olması ve yiyeceklerin tükenmesi ile müşrikler, Beni Kureyze Yahudilerini savaşa girmeye razı ettiler. Yahudilerin amacı Müslümanlara arkadan saldırmaktı. Hz. Muhammed bunu duyunca onların saldırı yapacağı yöne bazı birlikleri yönlendirdi. Beni Kureyzelilerin Hz. Muhammed'e saldırmama sözü bulunması nedeniyle, bu girişim başlamadan sona erdi. Yahudilerin bir kısmı kulelerde bulunan kadın ve çocuklara saldırsa da, başarılı olamadılar. Kuşatma bir ay süresince devam etti. Soğuk ve fırtınanın etkili olmasıyla, müşrikler kuşatmayı sona erdirdi. Hendek savaşı onlar için hezimetle sonuçlanmış oldu.

İSLAMİYETİN YAYILIŞI

Hz. Muhammed'den sonra yerine Hz. Ebubekir halife seçildi. Onun zamanında yalancı peygamberler ve zekat vermeyen kabileler itaat altına alındı. Kuranı Kerim kitap haline getirildi. Yerine geçen Hz. Ömer zamanında Irak, İran, Suriye ve Mısır fethedildi. Hz Osman zamanında Türklerle savaşlar başladı. İlk İslam donanması kuruldu ve Kıbrıs alındı. Hz. Osman'ın son zamanında başlayan karışıklıklar Hz. Ali zamanında artarak devam etti. Bu durum İslam toplumunun bölünmesine ve fetihlerin durmasına neden oldu. İslam fetih hareketleri Emeviler zamanında (661-750) yeniden hızlandı. Kuzey Afrika'nın fethi tamamlandı, İspanya fethedildi. Horasan ve Maveraünnehir bölgesi ele geçirildi. İstanbul kuşatıldı. Abbasiler döneminde fetihler durmuştur. Abbasiler fetihlerden çok islam dininin yayılması için çalışmışlar; bilim, sanat ve edebiyatla uğraşmışlardır. Türkler ve İranlılar gibi Arap olmayan uluslara devlet ve ordu yönetiminde görevler vermişlerdir.

Reklam Alanı